27 Ağustos 2018 Pazartesi

Ege Denizi Turu 2016


  

Ege Denizi Turu (16-30 Nisan 2016)

16-30 Nis. tarihlerinde, İzmir’den çıkıp, İzmir’e geri dönerek, Ege denizi etrafında 2600 km lik bir daire çizdik. 900 km lik kısmı pedallayıp, kalan kısımda otobüs, gemi ve tren kullandık.


İlk plan sadece Girit adasına gidip dönmek idi, Rodos-Girit arasında haftada 1 gemi olduğunu, Pire limanına ise her gün gemi kalktığını öğrenince, kendimizi kısıtlamadan, Pire üzerinden dönüş yaparız diye planladık. Derken neden Kuzey ege sahillerini pedallamıyoruz dedik.  Kırcaali-İzmir arasında her gün 2 adet otobüs kalktığını ve fiyatlarının uygun olduğunu bildiğimiz için turu Kırcaali’de noktalamaya karar verdik.

16.04 İzmir Marmaris otobüs,   Marmaris Rodos Katamaran,
17.04 Rodos Girit feribot,  11 saat
17.04-22.04 Girit Adası'nda 450 kilometre pedal,
22.04 Girit Atina feribot,
23.04 Atina’da gün boyu pedallayıp, gece Atina Selanik arası  tren,
24.04-27.04 Selanik Gümülcüne Kırcaali(Mestanlı) güzergahında 450 kilometre pedal,
28.04 Mestanlı-Kırcaali-Mestanlı
29.04 Mestanlı-Kırcaali-(Otobüs) Kapıkule-Çanakkale
30.04 Çanakkale-İzmir otobüs  (saat 5:00 İzmir otogar).

Gecelemeler : Feribot 2, tren 1 ,otobüs 1,hostel 1,otel 1,çadır 6, ev 2.


(16.04 cumartesi) İzmir Marmaris arası Kamil koç ile rahat bir yolculuk. Marmaris'te Hacı Yiğit'te doyduktan sonra, Marmaris üstünden Feribot ile Rodos Adasına ulaştık. Acelemiz olmadığı için tek bir memurun kontrolündeki gümrük kuyruğunu sonuna kadar bekleyip adaya resmen teker bastık. Çıkıştaki acentaların birinden Girit biletimizi alıp Rodos kalesinin sokaklarında dolaşmaya başladık. Ada trafiğinde sürücülerin biz bisikletlilere göstermiş olduğu saygıdan (alışık olmadığımız için) rahatsız olsakta bunu belli etmedik tabii.

Sabah 03 de hareket edecek feribot için epey zamanımız vardı. şehir içerisinde epeyce dolaştıktan sonra Kendimize uygun bir kafe bar bulduk. Bizim yaşımızda ki Yunan erkekleri ve kadınları ve müzik olarak Sting ve benzeri eski parçaları dinleyerek. Saat 2 ye kadar oturduk.Barlar sabaha kadar açık. Cumartesi gecesi olması nedeniyle bütün gençler sokaklarda. Saat 2 civarında girit gemisinin geleceği limana gittik. Karanlık ve issiz bir yoldan geçerken bavullarını arkalarından çekerek rahatlıkla limana giden tek bayanlar dikkatimizi çekti.





(17.04 pazar sabah 03:00) Saatinde hareket eden 5-6 katli feribota bisiklet için ayrılan bölüme bisikletleri park ettik. Feribot boş olduğu için uygun bir salon bulup mat ve uyku tulumunu kullanarak güzel bir uyku çektik.
1-3-Ferry-03.jpg1-3-Ferry-01.jpg



Gündüz vakti ,rotamız üzerindeki Karpatros ve Kalos  adalarına uğradıktan sonra


Girit in en doğu ucundaki 10.000 nüfuslu küçük bir tatil kasabası görünümlü Sitia şehrine teker bastık.
1-Ahmet-liman.jpg2-0-sitea-gemi.jpg

Sahilde gözümüze  kestirdiğiniz lokantada Pide arası domuz dönerimizi yerken, dedeleri Aksaray'dan gelen lokanta sahibi ile sohbet etmeye başladık. Türk olduğumuzu öğrendikten sonra önce bir hass…r dedi ve ardından ilk Yunanca kelimemiz de öğrendik. kül tablası="taşa ki".

Yemek sonrası en yakın bakkaldan alışveriş yapıp ( pazar günü nedeni ile marketler kapalı idi) yola koyulduk. Rotamız Ege sahilinden Libya sahillerine doğru  Makri Gialosa kadar pedallamak idi. Rota boyunca tatlı eğimli yollardan 600 rakıma tırmandık. Tam inişin başladığı noktada Pappagiannades Köyü'nün kahvehanesindeki ihtiyar heyeti tarafından karşılandık, 90 yaşındaki teyzem annesinin Isparta'dan geldiğini anlattı bize.

İlk mitos biramızı yudumlarken Civelek bir Çinli kız sepetindeki Çin malı ürünlerle güle güle geldi. İhtiyarlarla gayet güzel Yunanca anlaştı bizimle de yarım yamalak İngilizce konuşarak elindekileri pazarlamaya başladı.

2-2-koyde-yaslilar-07.jpg


Bu kahvehanede en enteresan şeylerden biri de biranın yanında gelen ikram idi. İhtiyar heyetinden gayet samimi bir şekilde ayrıldıktan sonra kendimizi saldık yokuş aşağıya.

Yine bir başka dağ köyünde biranın yanında daha zengin bir ikram ile karşılaştık. Ödediğimiz sadece 2,5€. Az pilav uzerinde bir miktar et, haşlanmış bakla, pancar ile yapılmış yoğurtlu ezme, 4-5 parça kıtır ekmek ve yöreye özgü küçük boyutlu siyah zeytin. Yüzümdeki mutluluk her şeyi anlatıyor sanırım. Küçük şeylerle mutlu olmak bu olsa gerek.😋😋

2-2-koyde-yaslilar-01.jpg



İhtiyar heyetinin köyünn ardından, gecenin karanlığında vardık şehre. Deniz kıyısında şehir içerisinde pedallarken benzincide çalışan görevli bize uzaktan bağırdı daç daç diye. Ahmet Türk olduğunuzu söyleyince ben Türkçe biliyorum komşu demeye başladı. Sahil kenarında dolaşıp henüz sahipleri gelmemiş yazlıkçıların plajında sote bir yer aradık. Gecenin karanlığında uygun bir yer bulup plajda çadırımızı kurduk. Sabah uyandığımızda Ahmet'in (tam bir su kuşudur) deniz sevdası sayesinde başımız küçük çapta derde girdi. Üç ev yandaki Maria teyze Ahmet’i denizde görüp yanımıza geldi. Burasının özel mülk olduğunu çadır kurmamamız gerektiğini ve bizi polise şikayet edeceğini söyledi. Parası neyse verelim desek de kar etmedi. Kem küm edip bir an önce oradan ayrıldık.

2-2-koyde-yaslilar-03.jpg


(18.04 pazartesi) 30 kilometre ilerdeki LeraPetra sahil kentine deniz kenarındaki inişli çıkışlı yollarda pedalladık. Sade bir şehir olan LeraPetra da sahilde otizmli çocukların okulunun önündeki plajda Ahmet'in isli ocağında yumurtalarımızı haşladık çayımızı yaptık. şehirde fazla oyalanmadan karşımıza çıkan ilk marketten alışveriş yapıp AyaNikolas yoluna doğru devam ettik. Kuzey Güney istikametinde adanın en dar noktası olan yerden tekrar Ege denizi ile buluşmak üzere pedalladık. Yolun ortası yine 600 rakımda idi.




Yolumuz üzerinde Türkiye'ye hiç benzemeyen düzgün köylerden biri.




Yolda, Yunanlı rehberler eşliğinde, akülü dağ bisikletleri ile keyif turu yapan turistik bisikletçiler, yüklü bisikletli halimize gülerek geçtiler.

Zirveden aşağı Çıplak kayaların arasından inerken birdenbire çölde vahaya rastlamış gibi güzel bir köy ve sevimli bir lokanta ile karşılaştık. Lokantanın işletmecisi ve sahibi beş çocuklu bayan Sofi bugünün menüsünde nohut yemeği  olduğunu söyledi bizde nohutla beraber et ve salatamızı söyleyip biralarımızı yudumlamaya başladık. Sofi bir yandan daha yeni doğmuş çocuğu emzirirken bir yandan daha büyük kızının dersine yardim etmekteydi. Lokantadaki fotoğraflardan anladığımız üzere sakallı kocası ise bir köşede miskin miskin oturuyordu. Lokantadan çıkıp bisikletle binmek üzereyken 2 adet yaşlı Hollandalı teyze bize ilgi göstererek; nereden gelip nereye gittiğimizi sordular. Karşılıklı sorulardan sonra yola devam edip, AyaNikolas’a pedalladık. Şehre 1 km mesafe kala, Ahmet deniz kenarındaki plajı gözüne kestirip gidip inceleyelim dedi. Belediyeye ait olan ve duşların çalıştığı sakin plaj o akşam için bizim otelimiz olacaktı.
 3-0-AgaNikolas-01.jpg
Çadır yerimiz belli olduktan sonra şehre doğru pedalladık.  keyifli turistik bir şehir. Şehir merkezinde dar bir boğazla denizden ayrılmış olan ve göl diye adlandırılan bölümün etrafındaki turistik lokantalar, kafeler ve pasta haneler mevcuttu. Aralarında dolaşırken kökleri Trabzon’a dayanan orta yaşın üzerindeki bir bayan bize deniz ürünleri yiyebileceğimiz bir lokantaya önerdi. Lokantaya ulaştık. Biraz şapşalca olan Bulgar kökenli garsona kalamar yiyeceğimizi söyleyerek menüden bize göstermesini söyledik. Garson bir türlü kalamar yazısını gösteremedi bizde İngilizcesi squid in kalamar olduğunu algılayamadık. Neyse ki muhteşem Yunancam ile yunanca menüdeki Καλαμαριά yazısını okudum ve ikna olup lokantaya oturduk. Garson bize kıyak geçip, Yunan rakısı ikram etti. Yüksek alkollü içimi zor içkiyi bitirmekte zorlanıp, uzo ile devam etmeye karar verdik, lezzetli deniz mahsullerinden oluşan akşam yemeğini bitirip, otelimize pedalladık.




3-y-Bali-03.jpg
(19.04 Salı) Sabah plajda müslili kahvaltı ve ardından 3-4 saat pedalladık. Midemizden sinyaller gelir iken, bir lokanta çıktı karşımıza, sevimli tombulca bir bayan 65 yaşlarında, Alamanya gurbetçisi imiş, emekli olmuş, memleketine geri dönmüş. Size 9 çeşitten oluşan geleneksel Girit mutfağı tabağı hazırlayacağım deyince bize de 
cazip geldi. Yemek geldi, sunum muhteşem, fakat tatlar çok yavan idi. Büyük ihtimal buzdolabında beklemiş ne varsa bize kakaladı. Kendi üretimi olan zeytinyağından bize tattırdı, yemeği beklerken aç karnına hoşumuza gitti, ekmek banmak için az bir miktar daha istedik. Hesap geldiğinde  bizim ikram diye düşündüğümüz zeytin yağınında fiyatı yükselttiğini anladık. Daha önce ödediğimiz rakamlara göre yüksekçe bir miktarı kadına ödeyip, memnuniyetsiz bir şekilde ayrıldık.


  

Kandiya şehrine yaklaştıkça deniz kenarındaki yazlıklar çoğaldı, daha önce internetten yerini saptadığım hosteli, şehrin karmaşık trafiği içerisinde, cep telefonunun gps’i ile elimizle koymuş gibi bulduk. Hostel şehrin piyasa yapılan sokaklarına çok yakındı. Akşamın geç saatlerine kadar hareketli olan sokaklarda bir süre gezindikten sonra yorgunluk bizi hostel odamıza gönderdi. Odamız terasta olup, ayrıca terasta açık alanda ranzalar vardı. Burada kalan teras arkadaşımız ile tanıştık. Gürcistan'dan Kandiya'ya çalışmaya gelen 35 yaşlarında bir erkek. Matematik öğretmeni imiş. Açık alandaki yatak daha ucuz olduğu için burayı tercih etmiş.

(20.04 Çarşamba) Sabah hostel de saçlarında bigudiler olan çinli bayanlardan oluşan gürültülü bir grup kahvaltı yapıyordu. Kahvaltı faslı sonrası, eşyalarımızı bisikletlere yükleyip, eski şehrin piyasa yapılan sokaklarında insanları seyrederek bir kahve içtik, şehir çarşısından yürüyerek geçip Minos uygarlığının başkentine doğru yola çıktık. Antik şehir önünde rastladığımız dükkanlardan birini işleten Niko’nun babası benim şu anda oturduğum Karaburun’dan imiş.

Kandiya dan sonraki hedef Resmo. Harita ve telefon incelemeleri sonucu otoban olarak adlandırılan yol ile ona paralel giden ve çevre köylere giren yol arasında seçim yapmamız gerekti. Yan yol dağlık arazide devamlı iniş ve yokuşları içerdiği için otobanı tercih ettik. Otoban olarak adlandırılıyor ama gerçek manada bir otoban değil. Gidiş geliş genişletilmiş bir yol.

Resmo yolu üzerinde Bali isimli deniz kenarındaki küçük turistik bir kasabadan akşamüstü saatlerinde geçerken, yeni otelimizin burası olmasına karar verdik. Kasaba içinde biraz dolaşıp, çadır yerimizi tespit ettikten sonra akşam biramızı içeceğimiz restaurant/Kafeyi de belirledik.

3-y-Bali-02.jpg
Bundan sonra ufak ufak demlenme zamanı. Geç saate kadar restoranda oturup  içeceklerimizi bitirip, facebook ile vedalaştıktan sonra, karanlıkta çadır alanımıza gidip evimiz kurduk. Deniz kenarında dalga hışırtıları arasında deliksiz bir uyku.

(21.04 Perşembe) Sabah kahvaltısını yol üzerindeki bakkal market arası dükkanda hallettikten sonra öğlen civarında Resmo ya vardık. Eski şehrin daracık ama sevimli sokaklarında dolaştık. Gayet temiz ve düzenli, estetik görüntüsü yüksek sevimli dükkanlar. Osmanlıdan kalan cami okul vb.


Resmo da uhteşem  bir duvar çalışması

 


Akşamüstü Resmo’dan çıkıp Hanyaya doğru pedalladık. Deniz kenarında aşırı rüzgar olması nedeni ile bu geceki otelimiz denizden biraz uzak bir zeytinlikte idi. İlk girdiğimiz zeytinlikte köpekler hemen sesimizi duyup havlamaya başladılar. Susmayacaklarını bildiğimiz için oradan ayrılıp bir başka uygun zeytinlik bulduk.

(22.04 Cuma) Sabah erken saatte Hanya’ya vardık. İlk iş Pire limanını için feribot biletimizi ayarlamak oldu. Ardından şehre 5 km mesafede plaj kenarında konaklayarak kahvaltı. Gece 20:00 de kalkacak vapur için şehirde gezecek epey vaktimiz var. Şehir merkezinde uygun bir noktaya bisikletleri kilitledikten sonra, İstanbul da ki mısır çarşısının benzeri Hanya kapalıçarşısını keşfettik. Uygun bir kafe bulup telefonlarımız şarj edip facebook dünyasına daldık.


Hanya kapalıçarşısı :
Sonunda Hanya yı Konyayı gördük. Hanya nın kapalıçarşısı.


Akşam feribota zamanında vararak bisikletlerimiz uygun yere park ettik. Bu seferki feribot çok dolu idi. Gece geç saatlere kadar görevliler koltuklarda uyumaya izin vermedi. Yine de tecrübeli yolcular, merdiven altı gibi sote yerleri önceden kapattı. Oturduğumuz koltuk grubundaki yaşlı Giritli ile, hiç ingilizce bilmemesine rağmen epeyce sohbet ettik. saat 24:00 sonrası yolculardan bir kısmı koltuklarda iki büklüm uyumaya çalışırken bir gurup genç yolcu ise saatin geç olmasını ve uyuyanları hiç umursamadan gürültülü eğlencelerine sabahın altısına kadar devam ettiler. saat 24:00 den sonra görevlilerin uyuyanlara ses çıkarmadığını görünce bizde koridorlarda uygun bir yer bulup, mat ve uyku  tulumunu açtık. Sabaha karşı 5:00 civarlarında alkol duvarını aşmış yüksek sesle konuşan yolcular yüzünden tekrar yer değiştirmek zorunda kaldık.

5-8-Pire-05.jpg

Girit adası notları :


- Kıbrıs ile aynı enlemde olan Girit’i bisikletle pedallamak için en uygun zaman Mart - Nisan ayları. Ekim ve Kasım da büyük ihtimal uygun olur.

- Rotamız boyunca gördüğümüz tüm zeytin ağaçlarının altında damlama sulama sistemi hortumları ve zeytinliklerin girişlerinde su saatleri mevcuttu. Çok ciddi bir yatırım yapılmış

- Yunanistan da genelde küçük boyutlu köpek besleniyor. Girit’te de her evin bahçesinden küçücük köpekler bize havladı.

- Türk olduğumuzu öğrenenler genelde bize olumlu ilgi gösterdiler, sohbet ettiklerimizin çoğunun da 1-2 kuşak öncesi Anadolunun içlerinde gelme idi.

- Yol kalitesi çok iyi idi. Yol bisikleti ile çok rahat gezilebilir.

- Adanın doğu kesimlerinde bitki örtüsü gayet yeşil ve ağaçlıklı idi. Çoğunlukla zeytinlik. Doğu tarafında bir adet bile traktör görmemek beni hayrete düşürdü.

- Yüksek tepelerin üzerinde seyrek yerleştirilmiş rüzgar tribünleri mevcuttu ama Karaburun daki gibi yerleşim yerlerine yakın değildi.



YUNANİSTAN ANAKARA

(23.04 Cumartesi) Henüz güneş doğmadan Pire sokaklarında idik. Yol üzerinde bulduğumuz bir fırından sıcak çörekleri yiyip kahvaltını faslını geçtikten sonra, bizi Selaniğe götürecek tren istasyonunu aramaya başladık. İlk sorduğumuz kişinin tarif ettiği yer bir banliyö istasyonu idi. Banliyö istasyonunda gişede görevli tombul bayan Ana istasyonun farklı bir yerde olduğunu ama bize tarif edemeyeceğini söyledi ve de harita üzerinde bile tarif edemedi. Şehir  merkezine doğru pedallayarak sabah yoğunlaşan trafiğin içine bizde girdik. Büyük şehirlerde kullanmaya alışık olduğumuz için yoğun trafik bizi hiç rahatsız etmedi. Telefon gps inde istasyonun çıkmaması nedeni yolda 3-4 kişiye istasyonu sormamıza rağmen doyurucu cevaplar alamadık. Sanırım Tren ile yolculuk yapan çok az. Yolda bizi görüp selam veren bisikletlilere hemen istasyonu soruyorduk, neyse sonunda doğru adrese ulaştık. Akşam 23:00 da kalkacak tren için bilet gişesine yanaştık. Gişe görevlisi bayanlar bisiklet var deyince yükleme memurlarına danıştılar,  bisiklet için ekstra 5€ ödemek gerekiyormuş. İstasyondaki emanet dolaplarından birine Ahmet’le eşyalarımızı birleştirerek sığdık ve 3€ ya fazla eşyalardan kurtulduk.




Akşama kadar epeyce vaktimiz vardı. Atina’da Akropolis civarını, plaka adı verilen tavernalar bölgesini dolaştık hatta bir AVM ziyareti bile yaptık.

Bu arada turistlere satılan 1 aylık süre için geçerli olan sadece 3GB internet içeren 6€ değerindeki Vodafone sim kartı alarak Yunanistan da ki turumun devamını her daim internete sahip olarak daha lüks hale getirdim.

Tren saatine uygun olarak istasyona vardık ve sorunsuz bir şekilde bisikletleri yük memuruna teslim ettik (bizim trenlerde vagonlara kendimiz yerleştiriyoruz, burada memur kendisi yerleştirdi.) 6 kişilik tamamı dolu olan kompartımanımıza yerleştik. Yerde yatmanın mümkün olmadığı rahatsız bir ortamda sabaha kadar yeapılan yolculuğun ardından sabahın erken saatlerinde Selanik'e vardık. Son durak Selanik zannederken, olmadığını anladık ve apar topar trenden indik.

(24.04 Pazar) Sabah 6:00 da eğlence mekanlarının önünde hala kalabalıklar mevcuttu, Henüz geceyi bitirmemiş gençlerin yüksek sesleri sabah sessizliği içinde her  yerden duyuluyordu. Selaniğe daha önce de gelmiş olmamız hasebi ile fazla oyalanmadan yola çıktık. IGO programının bisiklet için çizdiği yolları takip ederek, trafik açısından bisiklet için uygun olan ama  normalde en fazla 300m rakıma çıkacakken, 600m rakımlara kadar tırmanarak enerji ve zaman kaybederek doğru yola ulaştık. Tabii her çıkışın bir inişi olarak, çok uzun sürelerde kazandığımız potansiyel enerjiyi kısa sürede kinetik enerji olarak bitirdik. 70.km civarında bir sayfiye kasabasında Ahmet deniz molası verirken bende küçük bir parka yerleşip, öğlen yemeği hazırlıklarına başladım. Parkta otururken hafif bir yağmur bizi biraz ıslatsa da aldırış etmedik. Yazlıkların arasından pedallamaya devam ederek 100. km'yi devirirken çadır kurmaya uygun bir plajda günü noktaladık.

Halka açık ve doğal bir plaj olduğu için geceyi beklemeden hemen çadırımız kurup günün yorgunluğunu yanımızdaki içecek ve yiyecekler ile unuttuk.

6-6-Aslan-06.jpg


(25.04 Pazartesi)  Genelde turlarda bizim gibi gezgin bisikletçilere çokça rastlarız, ama bu turda nedense çok azına denk geldik. Kavala’ya yaklaşırken karşıdan genç bir bisikletli gezgin geliyordu. Adet olduğu üzere durup sohbet ettik. Edirne üniversitesinde öğrenci olan genç bir gezgin, Mevlüt Utku Mert ile karşılaştık. İlk turu idi. Sağlıkla geri dönüş yaptığı bilgisini aldık. Kendisini tek başına tura çıkma cesaretinden dolayı tebrik ediyorum.



Öğlen saatlerinde Kavala’ya ulaştık. Önce Turist enformasyon  bürosunu ziyaret ettik. Amacımız bölgenin ücretsiz bir haritasını almaktı. Turist info bile haritaları para ile satmaya başladığı için vazgeçtik. Lokanta ve dükkanlar arasında dolaşırken Bospohorus Taverna dikkatimizi çekti ve masaya yerleştik. Taverna sahibi Nikos çok cana yakın ve işi bilen ve bisikletçi dostu biri kişi idi. Yunanca ve Türkçe taverna şarkıları fonda çalarken leziz yemeklerimiz yedik. Hesap istediğimizde menü fiyatlarından daha uygun bir ödeme yaptık. Lokantanın terasını daha önce gelen  bisikletlilere ücretsiz takdim etmiş, istersek bizi de ağırlayabileceğini söyledi. Kendisine teşekkür ederek mutlu bir şekilde tavernadan ayrıldık. Kavala su kemerlerinin altından geçerek 100 metre yüksekteki kaleye dik yollardan yüklü bisiklet ile tırmanmaya başladık. Kavalalı Mehmet Ali Paşa konağını da ziyaret ettikten sonra havanın kararmasına yakın yola çıkmaya karar verdik.



6-6-Kavala-05.jpg


Alışveriş ve sonrasında şehir dışına doğru çıkış. Şehirden daha tam ayrılmadan deniz kenarındaki parklar bana pek tekin gelmedi. Ahmet ise orada çadır kurabileceğimizi söylüyordu. Benim ısrarlarım sonucunda karanlıkta yokuş yukarı pedallamaya başladık, yaklaşık 1 km sonra denize yüksekten bakan ve yola yakın bir yerde çadır kurabileceğimize kanaat getirdim, Ahmet daha önceki yeri beğenmememden ve yeni yerinde çok keyifli olmamasında dolayı pek mutlu değildi ama bunu sorun etmedi.  Ben araç gürültülerini duymadan mışıl mışıl uyudum, Ahmet ise uyuyamadığını söyledi.

(26.04 Salı) Sabah erken yola devam. Ortam gittikçe Türkiye ye benzemeye başladı. Yol kenarlarında düzensiz ve darmadağınık yapılaşma, şehirler arası otobüs restoranları. Bunların bir tanesine uğrayıp, ikram edilen Kavala Kurabiyesinin tadına baktık. Hafiften yağmur başladı. Yol üzerinde Aksaraylı Börekçi Yorgo’dan böreklerimizi yiyerek İskeçe ye ulaştık. İskeçe girişi tipik küçük Türk şehirleri gibi küçük sanayi tesisleri (oto tamircileri) ile dolu idi. İskeçe meydanında oturup yanımızdaki nevalelerden öğlen yemeğimizi halledip, uygun bir kafe bulduk. Telefon şarj ve whatsup facebook ile haşır neşir olurken,enerjimiz ve zamanımız yeterli olduğuna kanaat getirip, Gümülcüne’de Ahmet’in daha önce kaldığı otele gitmeye karar verdik.  Yol üzerinde Türk köylerinden birinde bira molası verip köy halisi ile epeyce sohbet ettik. Yolların düz olması nedeni ile 100 km yi rahat devirip otele yerleştik.

(27.04 çarşamba) Hedef Bulgaristan Kırcaali.  Gümülcüne den Makaza sınır kapısına doğru tırmanmaya başladık. Sınır kapısı 700mt rakımda, Gümülcüne 50mt rakımda. Çok rahat bir eğimde kısa tünellerden geçerek zorlanmadan sınır kapısına ulaştık. Fazla beklemeden sınırı geçip, yokuş aşağı inmeye başladık. İneklerin keyifle beslendiği yeşillik bir alanda öğlen molamızı verip, yokuş aşağı pedallamaya devam ettik.
 Yol üzeri ilk tesiste ilk Bulgar biramızı mideye devirip, yola devam.
9-y-Bulgarbira.jpg


Akşam üzeri civarlarında Kırcaali’ye 16 km mesafede Mestanlı şehrinin yakınından geçerken, akşam için alışveriş yapalım diyerek şehre daldık. Yeşillikler içerisinde eski Sovyet zamanından kalma binalar arasında ilerleyip alışveriş yapacağımız mekanı ararken bisikletli olan ve bisikletçi dostu Günay ile tanıştık. Bekar olduğunu evinin müsait olduğunu söyleyip bizi davet edince yan cebime koy misali bizde kabul ettik.  Havanında serinlemiş olması ve Bulgaristan da kara ikliminin hakim olması nedeni ile kapalı bir mekanda yatmak bizim için çok uygun oldu.
z_mestanli-gunay.jpg


(28.04 perşembe)  Sabah konakladığımız ev yakınlarında 4 çorba’ya 10TL vererek kahvaltı işini halledip, Kırcaali ye pedalladık. Amacımız akşamüstü 17:00 de kalkacak otobüs için bilet almak. Garaja vardığımızda o gün kalkacak otobüslerde yer olmadığını öğrenerek, mecburen 1 gün sonrasına bilet aldık. Fazla eşyalarımızı emanete teslim edip, Günay’ın rehberliğinde Kırcaali’yi gezmeye başladık.
Pazar yerinde köftemizi yedikten sonra , Arda nehri üzerindeki baraj gölüne doğru rotayı çevirdik. Roman vatandaşlarının yoğun yaşadığı ve oyun havası müziklerinin duyulduğu evlerin arasından geçerek Baraj gölüne ulaştık. Göl kenarında, lokanta/bar olarak hizmet veren teknelerin bir tanesinde keyif yaparak içeceklerimizi yudumladık.
 
 Dönüşte, otogara yakın süpermarkete girerek bir sonraki gün yanımızda neler götüreceğimiz planladık. Ardından Mestanlıya geri.

(29.04 Cuma) Sabah Mestanlı da börek ile güne başlayıp, bir kafede kahve ile devam ettik.









Kırcaali’ye varıp Günay’ ile vedalaştıktan sonra, tekno market ve süper marketleri inceleyip götürebileceğimiz malzemeleri satın alıp, erken bir saate daha henüz başka bagajlar yok iken otobüse bisikletlerimizi yerleştirdik. Benim olmadığım bir sırada şoförler Ahmet’e bisikletlerin çok yer kapladığına dair bir konuşma yapmışlar ise de Ahmet gereken cevabı vermiş.

Otobüste bizden başka herkesin çifte vatandaş olduğu yolcular ile yola çıktık. Haskova’dan son yolcuları aldıktan sonra Bulgar gümrüğü, problemsiz bir geçiş, freeshop alışveriş ve Türk gümrüğü. Gümrükçülerin bu sefer tüm bavulları inceleyeceği tuttu. Kuyruğun en sonunda biz girdik x-ray kontrolüne. Bizden önce bir bayan da gümrüğe uygun olmayan ürünler çıktı. X-ray da her türlü ürün gayet net olarak görünüyor. Bizim çantalardaki malum şişeler limitlerin epey dışında olduğu için, bir kısmını atmamız gerektiğini söylediler. Neyse az hasarla gümrüğü geçtik. Bu arada bisikletlerden dolayı bizden tilt kapan şoförlerden biri gümrük memurları ile halleşirken yanımıza gelip otobüsün bizim yüzümüzden geç kaldığını söyleyince ben patladım ve ufak çapta bir ağız dalaşına girdim. Neyse memurlar bizi gönderip tekrar otobüse yerleştik.

30 metre sonra, Türk gümrük sahasının içinde tuvaletin önünde durduk. Parası olmayanın donuna yapacağı Türk topraklarında paramızı verip tuvaletimizi yaptık.


(30.04 Cumartesi) Çanakkale boğazını geçip, Ayvalık civarlarında iğrenç bir otobüs durağında mola verdik. Kalitesiz, pahalı, çok kalabalık ve sigara dumanı içerisinde olan mekana minimum seviyede takılarak, sabah 5-6 gibi İzmir Otogara vardık.



Turumuzla ilgili daha fazla foto için : Buraya tıklayın.